• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

İyotkokusu.com

Hoş geldiniz!

Edebiyat Köşesi
Saat
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.142532.2713
Euro34.804134.9436
Site Haritası

SEVGİ KÖPRÜLERİ KURABİLMEK

www.iyotkokusu.com/Edebiyat








SEVGİ KÖPRÜLERİ KURABİLMEK


Düşünüyorum da bazen çok uzun zamandan beri çalışıyormuşum gibi geliyor bana, hatta tarih öncesinden beri çalışıyormuşum da işçilerin atasıymışım gibi (yani ilk çalışan insan) dinazor-işçi'ymişim gibi de geliyor bazen...

Abartıyorum belki biraz biliyorum ama ilk gençlik çağlarından bu yana ara vermeksizin çalışmak, insanda kronik yorgunluk oluşmasına ve hem bedenen hem de aklen tutulmalara bile neden olabiliyormuş herhalde, nereden mi biliyorum? Baksanıza bana neler düşünüyorum...

Benim bunları yaşadığım yani çalışmaya başladığım ilk gençlik çağlarımda da çalışmayan, baba parası yiyen gençler yani arkadaşlarımız vardı ama biz hep çalışmaya yönlendirildik. Hatta mahkumduk sanki çalışmaya!.. Neden? Çünkü işçi çocuğuyduk ve de erkek çocuk, hem de dört tane...

Ne yani evde mi oturacakmışız, çalışmalıymışız, para kazanmaya alışmalıymışız, büyüdüğümüz zaman
ev geçindirecekmişiz falan filan...


Tabi ki bu söylediklerim ben liseyi birdikten sonra olanlardır. Benden daha küçük olanlarında yaz tatillerinde aynı şeyleri yapmaları gerekiyordu. Okutmak, okula göndermek var ama kaliteli bir eğitime yönlendirme yok, anlatmak istediğim bu sadece, suçlamak değil asla...

Sanki diğer gençler yani gezip baba parası yiyerek ondan sonra da üniversiteyi okuyanlar ev geçindirmiyorlar şimdilerde, hemde öyle bir geçindiriyorlar ki, öyle ev erkekleri var ki arkadaşlarımın içinde, ben bile imreniyorum onlara dinazor-işçi olmama rağmen...

Gerçi birazda şans işi bunlar yani okumak, okumaya (üniversiteye) yönlendirilmek, maddi imkanların iyiliği, Dede'nin Ata'nın durumunun variyetinin olup olmaması gibi durumları kastediyorum anlıyorsunuz değil mi?

İçinizde benim gibi olanlarınız vardır ve de azımsanamayacak kadar çoktur belki de, ben birazda onların ağzı dili olayım istedim ve bi parçada içimi dökmek tabi ki...

Hayat bazen insanların olmasını istedikleri gibi gitmiyor demek istediğim. Elimizde bir senaryo yok hayata dair! Doğaçlama oynuyoruz (yaşıyoruz) hayat sahnesinde, doğrusuyla yanlışıyla, günahları ve de sevaplarıyla...

Kısaca anlatmak istediğim şu ki; benim bu yaşadığım veya yaşadığımız hatta yaşamak zorunda kaldığımız hayat bir kader değildir! Ben bunu anlatmak istedim sadece. Kaderci olmamak gerekiyor, yaşadığımız veya yaşamak zorunda kaldığımız hayatın üstünde gelişen olaylar hariç; Nedir bunlar diye sorarsanız (ölümler, doğumlar, büyük hastalıklar ve de büyük kazalar) bunların dışındakilerden bahsediyorum kader diye sığındığımız...

Diğer yaşam, iş, aş, rızk mücadeleleri içinse niye kader değildir diyorum biliyor musunuz? Çünkü; Allah bizim (benim) için böyle bir hayat şekli isteyecek te, aile çevresinden, yakın arkadaş, komşu ve daha başkaları içinse daha iyi bir hayat yaşamalarını isteyecek? Niye istesin ki tabiri caizse birini üzüp diğerinide sevindirmek? Zevk mi alacak yarattıklarının bu hallerini görmekten, niye birisini 1-0 yenik başlatsınki hayata?

Kader değil, çünkü işin içinde verilmiş akıl var ama kullanımına karışılmamış sadece, günah ve sevap doğru ve yanlış seçenekleri karşısında? İşte! kimi eline geçen fırsatı ya da fırsatları iyi değerlendiriyor kimisi de hiç değerlendiremiyor ve de kısa yoldan yaşadıklarının adına kader deyiveriyor?


Ama şuna dikkat edin ki; ne hikmetse fırsatları iyi değerlendiremeyenler ve de aşırı din ajitasyonu altında akılları bulandırılanlar kader diyorlar yaşadıklarına, diğerleri yani eline geçen fırsatları iyi değerlendirenler yada daha iyi hatta o biçim değerlendirenler buna kader demeyi yeğlemiyorlar, ya ne diyorlar? Ben yaptım, yanlış yapmadım, elime geçen imkanları iyi değerlendirdim aklımı kullandım demeyi seçiyorlar?..

İşin püf noktası şu aslında;

İnsanların yani güdecek olduklarının, köleliğe razı edecek olduklarının sırtından kadercilik sopasını (kazaya ve kadere iman şartının abartılmış hali) eksik etmeyeceksin ki, eğitimsiz bırakacaksın ki, din ve şeriat adı vererek hurafi ve mesnetsiz korkuları (sol elle yemek yiyen cehennemliktir, helaya sol ayakla gir, yorgansız sevişmek günahtır, yöneticiye koşulsuz biat etmek islam dininin emridir vb gibi...) öyle bir salacaksın ki içlerine; kolay yönetebilesin, istediğin gibi yönlendirebilesin verilen üstün akla rağmen?

Bir de, bu kadercilik türküsünün çok eski bir söyleniş şekli daha var. Allah satanlar tarafından, cahil bırakılan halka öğretilen ve de söylettirilen; Vatan millet sakarya!.. Bana Allah satmayın, bana Allah'ı öğretin deseniz bile bu Allah satanlara, öğretmezler size Allah'ı... 

Neden öğretmezler biliyormusunuz? Çünkü öğrenirse bir kere Allah'ı kişi, iyice bilirse dinini kitabını ve bir güzel anlayıp bellerse ; İşte! o zaman ne kadercilik'le işi olur ne de vatan millet sakarya türküleriyle. Allah korkusu değil Allah sevgisi kaplar içini, tüm benliğini...Ve öğrendikten sonra Allah'ı, her yer vatan olur artık ona, Allah'a ulaşabileceği...

Böylelikle de işi kalmaz artık ve alışveriş yapmaz olur Allah satanlardan... Çünkü tanımıştır bir kere Allah'ı öğretenleri ve de sevdirenleri, öğrenmiştir artık vatanın, içinde sevgi kırıntısı olan bir kalp köşesinde bile bulunabileceğini...

Ve dahi öğrenecektir kalpten kalbe sevgi köprüleri kurabilmeyi, verilen muhteşem akıla ithafen...

Sevgi dileklerimle...


Murat TEKİNEŞ

05/07/2015

Yorumlar - Yorum Yaz