• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

İyotkokusu.com

Hoş geldiniz!

Edebiyat Köşesi
Saat
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.429932.5599
Euro34.801134.9406
Site Haritası

MÜZİĞİN TARİHÇESİ

www.iyotkokusu.com/sanat köşesi





MÜZİĞİN TARİHÇESİ



Müziğin doğuşunu, insanlığın doğuşuna kadar uzatmak doğru olur.
Çünkü, insan varolduğundan beri çevresindeki seslerin etkisinde kalmış ve
seslerle çevresindekilere bir şeyler anlatmaya çalışmıştır.

Eski insanların, hayvan kemiklerine en az üçer delik delerek yaptıkları
düdükleri kullandıklarını, üzeri kertikli tahtaları birbirine sürterek
kullandıklarını, yapılan araştırmalardan anlıyoruz.

İlk insanlar, anlamsız heceleri ezgi olarak söyleyip, ilkel çalgılardan elde
ettikleri seslerle birleştirip, hastalığa ve düşmana karşı bir tılsım olarak
kullanmışlardır. Daha sonraları dini törenlerde, müzik kullanılmaya
başlanmıştır.

İlkel toplumların, dini törenlerde müzik yaparken dini duygularının
etkisiyle dönerek ve sıçrayarak birtakım hareketlerle dans ettiklerini bulunan
duvar resimlerinden anlıyoruz. Duygulara hitap etmek üzere yapılan ve "Güzel
sanatlar" olarak adlandırdığımız müzik, resim, dans, heykel, şiir, ilkönce dini
törenlerde meydana gelmiştir.

Bilimsel araştırmalar yaparak, müzik tarihi ile ilgili bilgiler elde etmenin
çeşitli yöntemleri vardır. Buna göre, tarihin çağları içinde yapılan müziklerle
ilgili bilgiler, etnomüzikolojik araştırmalar sayesinde elde edilmektedir.
Araştırma yöntemlerini şu şekilde belirleyebiliriz .
 
 a- Çalgı bulguları
 b- Resim ve harf yazıları
 c- Müzik ile ilgili yazılmış belgeler

Bu yöntemler yoluyla tarihsel müzik hakkında genel bilgiler elde
etmemize karşılık, seslendirme hakkında bilgi edinmemiz, ancak 1877 yılında
EDİSON’un Fonograf cihazını icat etmesi ile başlamıştır.

Din dışı müzik, toplumların gelişmesiyle birlikte, savaş, aşk, ninni gibi
konularda yapılmaya başlanmıştır. Toplumların gelişmesiyle birlikte, özellikle
köy ve obalarda yaşayan halk arasında, "Halk Müziği" adını verdiğimiz müzik
türü meydana gelmiştir. Halk müziği, halkın yaşamış olduğu coğrafi, sosyal,
dini, ekonomik şartlara göre farklı topluluklarda, bu özellikleri yansıtıcı biçimde
gelişmiştir.

Halk müziğinin gelişmesi, sanat müziğinin meydana gelmesini
sağlamıştır. Ancak, sanat müziğinin meydana gelişi de daha çok dini müzik
biçiminde olmuştur. Din dışı müzik, zamanla asıl yerini bulmuştur.
Sanat müziği, toplumların gelişmesine bağlı olarak gelişmiştir. Sanat
müziği hakkında, bugünkü bilgilerimiz, nota yazısının bulunuşuyla, seslerin
 
 
yazılmaya başlanışına dayanır. Müzik yazısı dediğimiz nota, gerçek anlamdaki
seslendirme ile ilgili olarak, ancak ikiyüz yıllık bir dönem hakkında bize bilgi
vermektedir.

Dünya müziğine ait müzik tarihi, bugüne kadar yapılan araştırmalarda,
insanların uygarlık kurabildiği yerleşim yerlerindeki araştırmalardan elde edilen
verilerin bilgilerine göre, anlaşılmaya çalışılmaktadır. İlkçağ uygarlıklarının
önemli gelişme gösterdiği yerler Ortadoğu ve Asya’dır. Burada gelişen
uygarlıkların ise Mezopotamya, Mısır, Hindistan, Çin, Japonya, Tibet, Kore
yerleşim alanlarında bulunduğu bilinmektedir. Antik Yunan, sanat kültürünün
geliştiği uygarlık olarak kabul edilir ve Roma uygarlıklarındaki sanat kültüründe
ise, geliştirdikleri sanat kültürünün etkileri görülmektedir.

Notanın bulunuşu ile müziğin gelişmesini, müzik bilimine, müzik
sanatına göre yapılanlar bakımından dönemler halinde ele alarak, özellikler,
müzisyenler, besteciler biçiminde incelemek daha doğrudur.
Seslerin ve seslerin
meydana getirdiği melodilerin, kağıt üzerine ne zaman yazılmaya başlandığı
bilinmemektedir. Sesler yazılmaya başlanmadan önce, harflerle adlandırılıyordu.
Seslere ad vermeyi ilk düşünen, milattan sonra 480-524 yılları arasında yaşayan
Romalı filozof BOETHİUS'tur. Bu adlandırmaya göre müziksel sesler A (La),
B (Si), C(Do), D (Re), E (Mi), F (Fa), G (Sol) şeklinde adlandırılarak
sıralanmıştır. Ancak, bu tür adlandırma, sadece melodiyi daha önce bilenlerin
işine yarıyordu.

Daha sonra bu adlandırmaya stenografi (nokta ve çizgilerden
meydana gelen mors alfabesine “telsiz haberleşme aracının yazı sistemi”
benzeyen, günümüzde de hızlı yazma teknikleri içinde kullanılan yazı biçimi)
çizgilerini andıran ve adına Neuma denilen bir takım şekiller eklendi. Bu
şekilde notalamaya "Neumatique" dendi.

Seslerin bugünkü şekliyle adlandırılıp okunmasını, (DO-RE-Mİ-FASOL-LA-Sİ) adlandırmasını; Solmizasyon denilen nota okumasını geliştirmeyi
amaçlayan metodu ile, Milanolu Guıdo D'arrezo (995-1050) bulmuştur.

13. Yüzyıl ile 15. Yüzyıl arasında notaların yazımı pergament üzerine
yapılıyordu. 15.yüzyılda kağıdın nota yazımında kullanılmaya başlanmasıyla
birlikte, notaların süre değerlerini belirtmek için gövdelerin dolu ve açık şekilde
yazılması ve çengellerin kullanılmasına başlanmıştır. Baskı makinesinin icadı
müzikte nota yazısına yeni boyut kazandırmıştır. İlk nota basımı 1476 yılında
Ulrich Hahn tarafından yapılmıştır.

Özetlersek, beşinci yüzyılda notaların, alfabe harfleri ile adlandırılması
öne sürülmüş; yedinci yüzyılda şekillerle "Neuma" belirtilmesine başlanmıştır;
dokuzuncu yüzyılda tek çizgili porte; onikinci yüzyılda dört çizgili porte;
onaltıncı yüzyılda beş çizgili porte; onyedinci yüzyılda diyezler kullanılmaya
başlanmış, bugünkü nota sistemi ise, ancak ondokuzuncu yüzyılda kullanılmaya
başlanmıştır.
 
Türklerdeki nota yazısının gelişimini ise, şu şekilde özetleyebiliriz:
dokuzuncu yüzyılda alfabe harfleri ile sesler gösterilmeye başlanmış;
ondördüncü ve onbeşinci yüzyıllarda Ebcet Notası; onyedinci yüzyılda Kutbu
Mayi Osman Dede Notası, Ali Ufki ve Kantemiroğlu Notası ile batıda
uygulanan nota sistemi; ondokuzuncu yüzyılda ise Hamparsun Notası
kullanılmış ve bugünkü Nota Yazı Sistemine geçilmiştir.

Nota sistemleri ile ilgili olarak, Ali UFKİ'nin topladığı ezgileri biraraya
getirdiği eserinin adı "Mecmua-İ Saz Ü Söz" dür. Ve bu eser tek nüsha olup,
Londra'daki British Museum'dadır. Kantemir'in el yazması tek nüshalık eseri
ise İstanbul Türkiyat Enstitüsündedir. Hamparsum'un bulduğu nota sisteminden
sonra, kapatılan Mehterin yerine yeni Avrupai bandoyu kurmak üzere 1828
yılında Guiseppe Donızettı'nin (paşa) İstanbul’a gelişiyle birlikte bugünkü nota
yazısına geçilmiştir.

Müzik, hiç şüphesiz ki insanlık varolduğundan beri var. Ancak, müzik
tarihini tek seslilikten, çok sesliliğe; kültürel müzikten, programlı müzik
yapmaya; günümüz nota yazısının kullanılma aşamalarına; çalgıların ve orkestra
çalgılarının günümüzdeki yapım ve kullanım tekniklerine geçişten itibaren
incelemek daha doğru olur.

Birden fazla sesin, birbirlerini bütünleyerek destekleyen faklı melodilerin/
ezgilerin aynı anda kullanılmasına (Polifoni); bunların söylenmesi veya
çalınmasıyla seslendirilmesi biçiminde yapılan müziğe (Polifonik) çoksesli
müzik denir. Çoksesli müzik tarihsel gelişimi içinde, Armoni adını verdiğimiz
kurallarını da müzik bilimine katmıştır.
Uluslararası Dünya Müziğinde Çağlar

GOTİK ÇAĞ (Dönem):

M.S.(1200-1450) Polifonik müzik çağıdır. Çok sesli müziğe geçişin ilk
dönemi, 1200'lü yıllarda başlayıp 1500'lü yılların ortalarına kadar süren
Gotik Çağ olarak adlandırılan dönemdir. Gotik döneme kadar müzik, tek
sesli ve din etkisindeydi şeklindeki düşünceler, yeni araştırmalardan elde
edilen bilgilerin, genellikle farklı yerlerde bulunan, değişik zaman ve
uygarlıklara ait resim ve çalgıların incelenmesinden elde edilen verilerin
doğrultusunda, milattan önceki dönemlerde de müzikte çoksesliliğin
bulunduğu, her ortamda müziğin kullanıldığı şeklinde değişmiştir. Gotik dönem,
din dışı müziğin ve çok sesliliğin gelişmeye başladığı dönemdir. Gotik dönemin
özelliği gezgin ozanlar sayesinde halk müziği ile halka yakınlaşma şeklinde
ifade edilebilir.
 
Bu dönemde, çalgı müziği gelişmiştir. Daha önce belirtilmeyen seslerin
süre değerleri gösterilmeye başlanmıştır. Süre değerlerinin gösterilmeye
başlanması çoksesliliği olumlu yönde etkilemiştir. Burada, çoksesli müzik,
polifonik müzik ifadesi daha çok günümüz çoksesliliğinin kuramsal temellerini,
bu yapıya dayalı eserleri anlatmak için kullanılmaktadır.
Çoksesliliğin
oluşturulmaya başlanmasını, genel anlamda yeni bilgiler doğrultusunda, çok
daha önceki tarih dönemlerinde başlatmak mümkündür. “Gotik” terimi
günümüzde de kullanılan bir yazı stilinden, ve ansiklopedik anlamda İtalya’da
yaşayan bir topluluğun adından kaynaklanmaktadır.

Bu dönemin başlangıcında Avrupa'da müzik Fransızların
egemenliğindeydi. Yine bu dönemde, Leoninus ve Perotinus adlı iki önemli
müzikçinin çalışmaları vardır. Bu dönemde "İkiz Şarkı" denilen bir, çok
seslilik biçimi İngiltere'de gelişip Avrupa'ya geçti. "Motet" denilen ilkönceleri
dini özellikli daha sonraları ise, halk için yazılan çoksesli müzik türü gelişti.
Çokseslilikte yeni yöntem olarak Kanon kullanılmaya başlandı. Bu dönem
ortalarında, özellikle İtalya'da aşk şiirleri üzerine yazılan, iki sesli
"Madrigal"ler önem kazandı. Dini, makamsal yapının dışında, yeni diyez ve
bemoller kullanılmaya başlanmıştır.

İtalya'da çalgı eşlikli müzik türü gelişti.
15.yüzyılın ilk yarısındaki en önemli müzikçi, kendisinden sonraki bestecileri
etkilediği bilinen, aynı zamanda astrolog ve matematikçi olan İtalyan
Dunstable'dır. "Flemenk okulu" olarak adlandırılan, besteciler grubu, yeni
müzik dönemi olan, "Barok Çağ"a geçişi hazırlayan müzikçilerden
oluşmaktaydı.

BAROK ÇAĞ(Dönem) :

(1600-1750) yılları sanatın bütün dallarında olduğu gibi müzikte de barok
çağı olarak adlandırılmıştır. Bu çağın özelliği, büyük etkiler, özenilmiş şekiller
ve desenler içinde gelişen süslü ayrıntılardır. Barok döneminin etkileri ilk defa
İtalya'da Floransa, Venedik, Napoli, Roma okullarının opera çalışmalarında
kendisini göstermiştir. Fransa'da daha ilerlemiş, Almanya'da J.S.BACH ile en
üst düzeye erişmiştir. Müzikte barok çağını Rousseau 1767’de ve Koch 1802’de
“Barok müziği, armoni bilimindeki tırmanışı, disonans’ın (uyuşumsuz seslerin )
artışını, melodinin daha da ağırlık kazanışını ve süslemeci anlayışın
önemsenmesini yansıtır.” şeklinde özetlemişlerdir.
Çalgı yapımı ve müzik yazısında gelişmeler; oratoryo ve kantat’ın
şekillendirilmesi; konçerto, sonat, süit müzik formlarının çıkışı ve
geliştirilmesi ile ilgili ilerlemeler barok dönemin özellikleridir. En önemli
olayları 1600'lerde "Opera"nın bulunması; 1750'de J.S. Bach'ın ölümüdür.
 
Barok çağın en önemli usta bestecileri :
Antonio VIVALDI (1678-1744)
Johann Sebastian BACH (1685-1750)
Georg Friedrich HAENDEL (1685-1759)


KLÂSİK ÇAĞ(Dönem) :

Biçim ve içeriği yönünden yeterliliğini ve kalıcılığını ispatlamış her eser
"klâsik" olarak adlandırılır. Ancak, önce Haydn, Mozart, Beethoven'in izlerini
bıraktığı, "Viyana Klasikleri" olarak da adlandırılan çağ ile doruğuna ulaşan 17.
ve 18. yüzyıllarda yaşanmış olan çağa "Klâsik çağ" denir. Önklâsik ve Viyana
Klâsikleri olarak incelenir. Bu çağın özelliği, barok çağın duyarlı tutumuna
basit ve sadeliğin eklenmiş olmasıdır. Çalgılar, bu dönemde çok önemli
gelişmeler kaydetmiştir. Çalgı ve ses müziği, hız kazanmış orkestra çalışmaları
ve buna ait bilgiler ortaya konmuştur.
Sahne müziğinin klâsik döneme kadar en üst düzeyde olan etkisini, daha
geniş dinleyici tabanına ulaşabilen, salt müziğin eserleri senfoniler kazanmayı
başarmıştır. Klâsik dönemde senfonik müziğin özellikle Almanya‘da yeni bir
form anlayışıyla biçimlenmesi, Senfoni orkestraları’nın kurulması, senfoninin
müzik formları içinde yerine oturmasını gerçekleştirmiştir.
Sonat, müzik formları içinde gelişmeler göstererek, üç bölümlü
yapısından, dört bölümlü yapıya geçmiştir. Yeni yapısıyla oda müziği, senfoni,
konçertoların yazılmasında temel form halinde kullanılmaya başlanmıştır.
Sonat formunun kuralları içinde özgür bir anlatış biçimi kazanan senfoni ve
konçerto önem kazanmıştır.
Klâsik çağın usta bestecileri:
Fransz Joseph HAYDN (1732-1809)
Wolfgang Amadeus MOZART (1756-1791)
Ludwig Van BEETHOVEN (1770-1827)

ROMANTİK ÇAĞ(Dönem) :

Haydn ve Mozart, klâsik çağın müzik biçimlerini belirlemişlerdir. Ancak,
bundan sonra romantik yeni besteciler ölçülü ve dolaylı olarak duygularını
yansıtmaya başladılar. 18. yüzyıl sonunda Avrupa'da her sahada görülmeye
başlayan Dinamizm müzikte de kendini göstermeye başladı.
Romantizm hareketini belirleyen besteci, Ludvig Van Beethoven'dir.
Beethoven, her iki çağdan da etkilenmiştir.
 
Bu dönemin özelliği, Beethoven zamanında orkestra genişlemiştir.
İnsanlığın kendi gücünü kendisinin çözüp, "özgürlük, eşitlik ve kardeşlik"
kavramlarını gerçekleştirmesi düşüncesi hakim olmuştur. Yurt sevgisi, gelenek
ve törelerle onur duyulmuştur.
Ezgisel yapı, melodi önem kazanarak ön plana geçmiştir. Doğal seslerin
elde edilmesine yönelinerek, çalgıların tınıları değişik anlatımlar için
kullanılmıştır. Kendilerinden önceki dönemlerin eserlerini, besteciler kendi
anlayışlarına uygun biçimde yorumlamaya çalışmışlardır.

Romantik çağın usta bestecileri:
Carl Maria Von WEBER (1786-1826)
Franz SCHUBERT ( 1797-1828)
CHOPİN, SCHUMANN, MENDELHSON, BRAHMS, BERLİOZ,
LİSZT, ÇAYKOVSKİ, WAGNER.

Ulusal Okullar :
Romantik çağda yurt sevgisinin belirgin bir özellik olması, birçok ülkede
ulusal okulların doğmasını sağladı. Bu hareket 20. yüzyıl başına kadar sürdü.
Bu okullar ve usta bestecileri ise şöyle sıralanabilir.
RUSYA : Beş besteci, "Rus beşleri" olarak adlandırılır.
Bu besteciler : BALAKİREV, BORODİN, Rimsky KORSAKOF,
 MUSORGSKİ, KVİ'dir.
Bunlar, Rus müziğinin öncüleridir.

DOĞU AVRUPA : Bedrich SMETANA, Antonin DVORJAK,
 Leos YANAÇEK, Bela BARTOK, Zoltan KODALY
 KUZEY AVRUPA: Edward GRIEG, Jan SİBELİUS.
İNGİLTERE: Edward ELGAR, Ralph Vaughan WILLIAMS.
İSPANYA, FRANSA: Isaac ALBENİZ, Manuel de FALLA.
BİRLEŞİK AMERİKA: Charles IVES, Hector Villa LOBOS.

Bu okulların en önemli ortak özelliği, hepsinin halk müziğini işlemesidir.
Ulusal okullar döneminin etkileri Balkan ülkeleri Yunanistan, Bulgaristan,
Yugoslavya, Romanya‘da da kendisini göstermiştir. Türkiye’de de Cumhuriyet
dönemiyle birlikte başlatılan müzikte çağdaşlaşma hareketini etkilemiştir.
 
İzlenimcilik akımı, sanatın diğer dallarında ve müzikte de yeni bir akım
olarak 1874 ‘ten sonra, uluslararası çağdaş sanatın ve müziğin örneklerini
hazırlayan bestecileriyle, ortaya çıkmıştır. Debussy, Ravel, Eric Satie, Ottorino
Respighi, Charles Tomlinson Griffes önemli eserler veren besteciler olarak
sayılabilir. Orkestranın küçültülmesi, tahta üflemelilerin kullanılması, tını
sadeliği, tekrarlardan kaçınılması, özetçiliği, yalınlığı, saflığı, besteciler daima
eserlerinde tercih etmişlerdir.

ÇAĞDAŞ DÖNEM (20. YÜZYIL):
20. yüzyıl ise, müziğin ritm, armoni, biçim, tını yönünden değişmesini
getirmiştir. Çağdaş sanat dönemini WAGNER açmış ve müziğe en üst ifade
gücünü vermiştir.

20. yüzyılın bilim, sanat, teknoloji, siyasal alanlarda getirdiği gelişmeler,
daha önceki dönemlerde, sanat dallarında görülmeyen anlatım biçimlerini de,
sürekli bir değişim biçiminde sanatı ve sanatçıları etkileyerek, çağın sanatının
şekillenmesini de gerçekleştirmiştir. Genel anlamda sanat dallarında görülen
anlatım biçimleri şu şekilde adlandırılmaktadır.

A- ANLATIMCILIK (Ekspresyonizm )
B- GERÇEK ÜSTÜCÜLÜK (Sürrealizm )
C- SOYUTLAMA (Yeni klasikçilik )
D- SALT SOYUTLAMA
E- RASTLAMSAL MÜZİK

Çağdaş dönem bestecilerini şu şekilde sayabiliriz.
Çağdaş müziğin önderleri arasında DEBUSSY, Arnold
SCHÖNBERG,İgor STRAVİNSKİ önemli isimlerdir. Gustav MAHLER,
Richard STRAUSS, Jan SİBELİUS, Sergei RAHMANİNOF, Sir Edward
ELGAR, Hans PFİTZNER, Max REGER, Romantik dönem ekolünü
kullanan 20. Yüzyıl bestecileridir.

 caz müziğinin etkileri de
görülmektedir. İgor STRAVİNSKİ, Bela BARTOK, Zoltan KODALY,
Manuel de FALLA, Hector Villa LOBOS, Ernst KRENEK, Gunter
SCHÜLLER, SCHÖNBERG halk müziği ile caz müziğini, çağdaş müziğin
anlatım biçimi içinde kullanma çalışmaları yapan bestecilerdir.

Türk Müzik Tarihi

Türklerin tarihleri kadar eski müzikleri vardır. Ancak, bu müzikleri ortaya
koyan araştırma çalışmaları çok yenidir. Türk Müzik Tarihini, Türk müziğinin
temelini oluşturan iki müzik türüne göre incelemek daha doğru olur. Bu iki
müzik türü;
 
a) Türk Halk Müziği
b) Türk Sanat Müziği'dir.

Ancak, bunların dışında ordu ve tekke müziği denilen temel yapısı yukarıdaki
türlerin içinde incelenebilecek müzik türleri de vardır.
TÜRK HALK MÜZİĞİ
Dede Korkut Hikayelerinden, Orhon Anıtlarından Türklerde halk
müziğinin günlük hayatın bir parçası olduğu anlaşılmaktadır. Konuları
kahramanlık, savaş ve doğa üzerine toplanmaktadır. Türkler, halk müziğini
göçlerle birlikte gittikleri yerlere götürmüşlerdir.

Türk Halk Müziğinin tarihini;

a) İslamiyet'ten önceki dönem,
b) İslamiyet'ten sonraki dönem,
c) Cumhuriyet dönemi,
olarak incelemek mümkündür.
 
a. İslâmiyet’ten Önceki Dönem

"Türk müziğinin en eski şekli, Tonguzların "Şaman" Altay Türklerinin
"Kam", Yakutların "Oyun", Kırgızların "Bahşi" ve Oğuzların "Ozan" dedikleri,
büyücü şairlerin "Kopuz"la çaldıkları büyüleyici ezgilerdir."


Halk arasında büyük önem taşıyan, büyücü şairler, dini ayinleri
yönetirlerdi. Burada yaptıkları danslar, söyleyip çaldıkları müzikler ve şiirler ile,
üzerlerine giydikleri kıyafetler ile halkı etkilerlerdi.

Dini törenlerde kullanılan müzik ve oyunlar, insan zekasının ve
toplumların gelişmesiyle birlikte din dışı dans ve oyunlara dönüşmüştür.
Eski Çin seyyahları, "Tu-kii"lerde ve "Uygur"larda askeri mızıkanın
varlığını belirtirler. TUĞ adı verilen çalgı topluluğunun (Orkestra) her gün
hükümdarın sarayı önünde müzik yaptığını ve buna Nevbet dendiğini, bu
konserlerde her gün yeni bestelenmiş bir müzik eserinin çalındığını da
belirtmektedirler. Daha sonra, Gazneliler, Selçuklular, Harzemşahlar ve
Osmanlılarda da bulunan askeri mızıka (bando), Avrupa ulusları tarafından,
taklid edilerek kullanılmaya başlanmıştır.

Vang-Yen-Te adlı Çinli seyyah, yazılarında Türklerin bugünkü gibi
gazinoların bulunduğu göl kenarlarına geziye gidip şarkılar söylediklerinden
bahsetmektedir.

Asya'dan Avrupa'ya Türklerin göçüyle birlikte, Türk müziği de Avrupa'da
etkisini göstermiştir.

4 ORANSAY, Türk Halk Müziğinin tarihi gelişimi
 
 
Kaşgarlı MAHMUT'un Divan-ı Lügat'it-Türk adlı eserinde müzikle
ilgili kelimeler bulunmaktadır. Buradan anlaşıldığına göre;
Çalgı eserlerine "Gök", ses eserlerine "Ir" veya "Yır" denirdi. Şarkıcıya
ise "Iragu" veya "Yıragu" denirdi. Müzik kelimesinin karşılığı ise "Küğ" ya da
"Küy" olarak kullanılmaktaydı. Bellibaşlı çalgılar davul, kus, yaylı-yaysız
kopuz, sıpızgu, borguy (bugünkü boru), düdükler ve Çinlilerden gelen org'lardı.

b. İslâmiyet'in Kabulünden Sonraki Dönem

Türklerin İslâmiyet’i kabulüne kadar, kavmi ve milli bir müzik özelliği
gösteren, Türk müziği içinde, İslâmiyet’in kabulünden sonra, farklı bir müzik
türü gelişmiştir.

Türkler İslâmiyet’i, 7-11 yüzyılları arasında 4 (dört ) yüzyıllık bir zaman
içinde kabul etmişlerdir. Bu arada, gelenek ve özelliklerini koruyarak batıya göç
etmişlerdir.

En son, Anadolu'da Selçuklu ve Osmanlı devletini kurmuşlar,
geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olmaları sayesinde de, Türk Halk Müziği
günümüze kadar bozulmadan korunabilmiştir.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu döneminde, "tasavvuf müziği"
doğmuştur. Türklerin İslâmiyet’i kabulü ve göçler ile birlikte halk müziğinin
konuları da aşk, oyun havaları, ticaret, sosyal ve günlük hayat, sohbetler, kına ve
düğün havaları, destanlar, öğütler olmuştur. Bu arada;

a. Aşık müziği,
b. Din ve Tekke Müziği,
c. Anonim Halk Müziği,
olarak aslında birbirine bağlı müzik türleri de gelişmiştir.

c. Cumhuriyet Dönemi

Cumhuriyet döneminde, Türk kültürünün en önemli unsurunu oluşturan
Türk Halk Müziğinin derleme ve sistemleştirme çalışmalarına başlanmıştır.
1925 yılında, her ilde, Milli Eğitim Müdürlüklerinin yardımıyla, halk müziği
derleme çalışmalarına başlanmıştır. Türk Halk Müziğinin (T.H.M.) derlenmesi
ve bugün elimizde bulunan binlerce parçanın T.H.M. repertuarına
kazandırılmasını Muzaffer SARISÖZEN 'e ve onunla birlikte çalışan derleme
ekibine borçluyuz.

Günümüzde Üniversitelerin Türk Müziği Devlet Konservatuarlarında
Türk Halk Müziği Bölümleri ve Güzel Sanatlar Fakültelerinde Müzikoloji
Bölümlerinin açılması ile Türk Halk Müziği konusunda, önemli düzeyde
araştırmalar yapılmakta, sanatçı yetiştirilmekte ve makaleler yazılmakta, eserler
seslendirilmektedir.

 
TÜRK SANAT MÜZİĞİ

Anadolu’ya yerleşen Türklerin Ortaasya'dan getirdikleri gelenekleri ile,
Anadolu eski uygarlıklarının birbirini etkilemesinden, yeni bir müzik türü
doğmuştur. Çadırdan köye, köyden şehre göçen Türkler, Anadolu'daki şehirleri
Türkleştirdiler ve yeni yaşayış tarzı kurdular. Buna uygun olarak, "Divan"
müziği denilen müzik doğdu.

Ancak, daha sonraları divan müziğinin Bizans, Arap ya da Acem müziği
olduğu, bazı kişilerce ileri sürülmüştür. Bu kişiler Kiese Wetter, Hatherley,
Farmer gibi Avrupalı'lar; Ziya Gökalp ve onun izleyicileri olan Türklerdir.

Bunların tezini, Hüseyin Saadettin AREL 1939-1940 yılları arasında yayınlanan
14 uzun makalesi ile ortadan kaldırmıştır.

 
Bu tezi savunanlar,
 
divan veya geleneksel Türk Sanat Müziğinde kullanılan terimlerin, Grekçe,
Arapça ve Farsça olmasını; Bizans kilise müziği, Arap ve Acem Müziği olarak
bilinen ve Avrupalılarca incelenmiş müziklerin, geleneksel Türk Sanat Müziğine
büyük benzerlik göstermesini, aralarında ortak eserler bulunmasını; Türklerin
üst düzeyde sanat eseri meydana getirebilecek yetenekte olmadıklarını öne
sürmüşlerdir. Bugün, artık Avrupa'nın geçmişten günümüze kadar bilim-teknik
dili olarak, Grekçe ve Latince kullandığını biliyoruz. Arap ülkelerinin ve Bizans
kilisesinin, XX. Yüzyıl başına kadar, Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası
olduğunu hatırladığımız zaman ise, bu iddianın yanlışlığını anlamak çok
kolaydır.
 
Orta Asya'dan beri Türk Halk Müziği yapısını korumuştur. Ancak, III.
Selim döneminde geleneksel Türk Sanat Müziği klasik bir yapı içinde, Türk
Halk Müziğinin yapısından farklılık göstermeye başlamıştır.
Türk müzik tarihini inceleyen müzikologların, Geleneksel Türk Sanat
Müziği için müşterek verdikleri bir kronolojik sıra yoktur. Ancak, bazıları
aşağıdaki sıralamayı yapmaktadırlar.

1- Hazırlık ve Oluşma Dönemi:
 Başlangıcından, Merâgalı ABDÜLKADİR'e (1360-1435) kadar uzanır.
 2- Klâsik Öncesi Dönem :
 Merâgalı ABDÜLKADİR'den, ITRÎ'ye (1640-1712) kadar olan dönem.
 3- Klâsik Dönem :
 Itrî'den, DEDE EFENDİ'ye (1778-1846) kadar olan dönem.
 4- Neoklâsik Dönem :
 Dede Efendi'den, HACI ARİF BEY'e (1831-1884) kadar olan dönem.
 5- Romantik Dönem:
 
ORANSAY, Musiki Tarihi, S: 149
Müziğin doğuşunu, insanlığın doğuşuna kadar uzatmak doğru olur.
Çünkü, insan varolduğundan beri çevresindeki seslerin etkisinde kalmış ve
seslerle çevresindekilere bir şeyler anlatmaya çalışmıştır.

Eski insanların, hayvan kemiklerine en az üçer delik delerek yaptıkları
düdükleri kullandıklarını, üzeri kertikli tahtaları birbirine sürterek
kullandıklarını, yapılan araştırmalardan anlıyoruz.

İlk insanlar, anlamsız heceleri ezgi olarak söyleyip, ilkel çalgılardan elde
ettikleri seslerle birleştirip, hastalığa ve düşmana karşı bir tılsım olarak
kullanmışlardır. Daha sonraları dini törenlerde, müzik kullanılmaya
başlanmıştır.

İlkel toplumların, dini törenlerde müzik yaparken dini duygularının
etkisiyle dönerek ve sıçrayarak birtakım hareketlerle dans ettiklerini bulunan
duvar resimlerinden anlıyoruz. Duygulara hitap etmek üzere yapılan ve "Güzel
sanatlar" olarak adlandırdığımız müzik, resim, dans, heykel, şiir, ilkönce dini
törenlerde meydana gelmiştir.

Bilimsel araştırmalar yaparak, müzik tarihi ile ilgili bilgiler elde etmenin
çeşitli yöntemleri vardır. Buna göre, tarihin çağları içinde yapılan müziklerle
ilgili bilgiler, etnomüzikolojik araştırmalar sayesinde elde edilmektedir.
Araştırma yöntemlerini şu şekilde belirleyebiliriz .
 
 a- Çalgı bulguları
 b- Resim ve harf yazıları
 c- Müzik ile ilgili yazılmış belgeler

Bu yöntemler yoluyla tarihsel müzik hakkında genel bilgiler elde
etmemize karşılık, seslendirme hakkında bilgi edinmemiz, ancak 1877 yılında
EDİSON’un Fonograf cihazını icat etmesi ile başlamıştır.

Din dışı müzik, toplumların gelişmesiyle birlikte, savaş, aşk, ninni gibi
konularda yapılmaya başlanmıştır. Toplumların gelişmesiyle birlikte, özellikle
köy ve obalarda yaşayan halk arasında, "Halk Müziği" adını verdiğimiz müzik
türü meydana gelmiştir. Halk müziği, halkın yaşamış olduğu coğrafi, sosyal,
dini, ekonomik şartlara göre farklı topluluklarda, bu özellikleri yansıtıcı biçimde
gelişmiştir.

Halk müziğinin gelişmesi, sanat müziğinin meydana gelmesini
sağlamıştır. Ancak, sanat müziğinin meydana gelişi de daha çok dini müzik
biçiminde olmuştur. Din dışı müzik, zamanla asıl yerini bulmuştur.
Sanat müziği, toplumların gelişmesine bağlı olarak gelişmiştir. Sanat
müziği hakkında, bugünkü bilgilerimiz, nota yazısının bulunuşuyla, seslerin
 
 
yazılmaya başlanışına dayanır. Müzik yazısı dediğimiz nota, gerçek anlamdaki
seslendirme ile ilgili olarak, ancak ikiyüz yıllık bir dönem hakkında bize bilgi
vermektedir.

Dünya müziğine ait müzik tarihi, bugüne kadar yapılan araştırmalarda,
insanların uygarlık kurabildiği yerleşim yerlerindeki araştırmalardan elde edilen
verilerin bilgilerine göre, anlaşılmaya çalışılmaktadır. İlkçağ uygarlıklarının
önemli gelişme gösterdiği yerler Ortadoğu ve Asya’dır. Burada gelişen
uygarlıkların ise Mezopotamya, Mısır, Hindistan, Çin, Japonya, Tibet, Kore
yerleşim alanlarında bulunduğu bilinmektedir. Antik Yunan, sanat kültürünün
geliştiği uygarlık olarak kabul edilir ve Roma uygarlıklarındaki sanat kültüründe
ise, geliştirdikleri sanat kültürünün etkileri görülmektedir.

Notanın bulunuşu ile müziğin gelişmesini, müzik bilimine, müzik
sanatına göre yapılanlar bakımından dönemler halinde ele alarak, özellikler,
müzisyenler, besteciler biçiminde incelemek daha doğrudur.
Seslerin ve seslerin
meydana getirdiği melodilerin, kağıt üzerine ne zaman yazılmaya başlandığı
bilinmemektedir. Sesler yazılmaya başlanmadan önce, harflerle adlandırılıyordu.
Seslere ad vermeyi ilk düşünen, milattan sonra 480-524 yılları arasında yaşayan
Romalı filozof BOETHİUS'tur. Bu adlandırmaya göre müziksel sesler A (La),
B (Si), C(Do), D (Re), E (Mi), F (Fa), G (Sol) şeklinde adlandırılarak
sıralanmıştır. Ancak, bu tür adlandırma, sadece melodiyi daha önce bilenlerin
işine yarıyordu.

Daha sonra bu adlandırmaya stenografi (nokta ve çizgilerden
meydana gelen mors alfabesine “telsiz haberleşme aracının yazı sistemi”
benzeyen, günümüzde de hızlı yazma teknikleri içinde kullanılan yazı biçimi)
çizgilerini andıran ve adına Neuma denilen bir takım şekiller eklendi. Bu
şekilde notalamaya "Neumatique" dendi.

Seslerin bugünkü şekliyle adlandırılıp okunmasını, (DO-RE-Mİ-FASOL-LA-Sİ) adlandırmasını; Solmizasyon denilen nota okumasını geliştirmeyi
amaçlayan metodu ile, Milanolu Guıdo D'arrezo (995-1050) bulmuştur.

13. Yüzyıl ile 15. Yüzyıl arasında notaların yazımı pergament üzerine
yapılıyordu. 15.yüzyılda kağıdın nota yazımında kullanılmaya başlanmasıyla
birlikte, notaların süre değerlerini belirtmek için gövdelerin dolu ve açık şekilde
yazılması ve çengellerin kullanılmasına başlanmıştır. Baskı makinesinin icadı
müzikte nota yazısına yeni boyut kazandırmıştır. İlk nota basımı 1476 yılında
Ulrich Hahn tarafından yapılmıştır.

Özetlersek, beşinci yüzyılda notaların, alfabe harfleri ile adlandırılması
öne sürülmüş; yedinci yüzyılda şekillerle "Neuma" belirtilmesine başlanmıştır;
dokuzuncu yüzyılda tek çizgili porte; onikinci yüzyılda dört çizgili porte;
onaltıncı yüzyılda beş çizgili porte; onyedinci yüzyılda diyezler kullanılmaya
başlanmış, bugünkü nota sistemi ise, ancak ondokuzuncu yüzyılda kullanılmaya
başlanmıştır.
 
Türklerdeki nota yazısının gelişimini ise, şu şekilde özetleyebiliriz:
dokuzuncu yüzyılda alfabe harfleri ile sesler gösterilmeye başlanmış;
ondördüncü ve onbeşinci yüzyıllarda Ebcet Notası; onyedinci yüzyılda Kutbu
Mayi Osman Dede Notası, Ali Ufki ve Kantemiroğlu Notası ile batıda
uygulanan nota sistemi; ondokuzuncu yüzyılda ise Hamparsun Notası
kullanılmış ve bugünkü Nota Yazı Sistemine geçilmiştir.

Nota sistemleri ile ilgili olarak, Ali UFKİ'nin topladığı ezgileri biraraya
getirdiği eserinin adı "Mecmua-İ Saz Ü Söz" dür. Ve bu eser tek nüsha olup,
Londra'daki British Museum'dadır. Kantemir'in el yazması tek nüshalık eseri
ise İstanbul Türkiyat Enstitüsündedir. Hamparsum'un bulduğu nota sisteminden
sonra, kapatılan Mehterin yerine yeni Avrupai bandoyu kurmak üzere 1828
yılında Guiseppe Donızettı'nin (paşa) İstanbul’a gelişiyle birlikte bugünkü nota
yazısına geçilmiştir.

Müzik, hiç şüphesiz ki insanlık varolduğundan beri var. Ancak, müzik
tarihini tek seslilikten, çok sesliliğe; kültürel müzikten, programlı müzik
yapmaya; günümüz nota yazısının kullanılma aşamalarına; çalgıların ve orkestra
çalgılarının günümüzdeki yapım ve kullanım tekniklerine geçişten itibaren
incelemek daha doğru olur.

Birden fazla sesin, birbirlerini bütünleyerek destekleyen faklı melodilerin/
ezgilerin aynı anda kullanılmasına (Polifoni); bunların söylenmesi veya
çalınmasıyla seslendirilmesi biçiminde yapılan müziğe (Polifonik) çoksesli
müzik denir. Çoksesli müzik tarihsel gelişimi içinde, Armoni adını verdiğimiz
kurallarını da müzik bilimine katmıştır.
Uluslararası Dünya Müziğinde Çağlar

GOTİK ÇAĞ (Dönem):

M.S.(1200-1450) Polifonik müzik çağıdır. Çok sesli müziğe geçişin ilk
dönemi, 1200'lü yıllarda başlayıp 1500'lü yılların ortalarına kadar süren
Gotik Çağ olarak adlandırılan dönemdir. Gotik döneme kadar müzik, tek
sesli ve din etkisindeydi şeklindeki düşünceler, yeni araştırmalardan elde
edilen bilgilerin, genellikle farklı yerlerde bulunan, değişik zaman ve
uygarlıklara ait resim ve çalgıların incelenmesinden elde edilen verilerin
doğrultusunda, milattan önceki dönemlerde de müzikte çoksesliliğin
bulunduğu, her ortamda müziğin kullanıldığı şeklinde değişmiştir. Gotik dönem,
din dışı müziğin ve çok sesliliğin gelişmeye başladığı dönemdir. Gotik dönemin
özelliği gezgin ozanlar sayesinde halk müziği ile halka yakınlaşma şeklinde
ifade edilebilir.
 
Bu dönemde, çalgı müziği gelişmiştir. Daha önce belirtilmeyen seslerin
süre değerleri gösterilmeye başlanmıştır. Süre değerlerinin gösterilmeye
başlanması çoksesliliği olumlu yönde etkilemiştir. Burada, çoksesli müzik,
polifonik müzik ifadesi daha çok günümüz çoksesliliğinin kuramsal temellerini,
bu yapıya dayalı eserleri anlatmak için kullanılmaktadır.
Çoksesliliğin
oluşturulmaya başlanmasını, genel anlamda yeni bilgiler doğrultusunda, çok
daha önceki tarih dönemlerinde başlatmak mümkündür. “Gotik” terimi
günümüzde de kullanılan bir yazı stilinden, ve ansiklopedik anlamda İtalya’da
yaşayan bir topluluğun adından kaynaklanmaktadır.

Bu dönemin başlangıcında Avrupa'da müzik Fransızların
egemenliğindeydi. Yine bu dönemde, Leoninus ve Perotinus adlı iki önemli
müzikçinin çalışmaları vardır. Bu dönemde "İkiz Şarkı" denilen bir, çok
seslilik biçimi İngiltere'de gelişip Avrupa'ya geçti. "Motet" denilen ilkönceleri
dini özellikli daha sonraları ise, halk için yazılan çoksesli müzik türü gelişti.
Çokseslilikte yeni yöntem olarak Kanon kullanılmaya başlandı. Bu dönem
ortalarında, özellikle İtalya'da aşk şiirleri üzerine yazılan, iki sesli
"Madrigal"ler önem kazandı. Dini, makamsal yapının dışında, yeni diyez ve
bemoller kullanılmaya başlanmıştır.

İtalya'da çalgı eşlikli müzik türü gelişti.
15.yüzyılın ilk yarısındaki en önemli müzikçi, kendisinden sonraki bestecileri
etkilediği bilinen, aynı zamanda astrolog ve matematikçi olan İtalyan
Dunstable'dır. "Flemenk okulu" olarak adlandırılan, besteciler grubu, yeni
müzik dönemi olan, "Barok Çağ"a geçişi hazırlayan müzikçilerden
oluşmaktaydı.

BAROK ÇAĞ(Dönem) :

(1600-1750) yılları sanatın bütün dallarında olduğu gibi müzikte de barok
çağı olarak adlandırılmıştır. Bu çağın özelliği, büyük etkiler, özenilmiş şekiller
ve desenler içinde gelişen süslü ayrıntılardır. Barok döneminin etkileri ilk defa
İtalya'da Floransa, Venedik, Napoli, Roma okullarının opera çalışmalarında
kendisini göstermiştir. Fransa'da daha ilerlemiş, Almanya'da J.S.BACH ile en
üst düzeye erişmiştir. Müzikte barok çağını Rousseau 1767’de ve Koch 1802’de
“Barok müziği, armoni bilimindeki tırmanışı, disonans’ın (uyuşumsuz seslerin )
artışını, melodinin daha da ağırlık kazanışını ve süslemeci anlayışın
önemsenmesini yansıtır.” şeklinde özetlemişlerdir.
Çalgı yapımı ve müzik yazısında gelişmeler; oratoryo ve kantat’ın
şekillendirilmesi; konçerto, sonat, süit müzik formlarının çıkışı ve
geliştirilmesi ile ilgili ilerlemeler barok dönemin özellikleridir. En önemli
olayları 1600'lerde "Opera"nın bulunması; 1750'de J.S. Bach'ın ölümüdür.
 
Barok çağın en önemli usta bestecileri :
Antonio VIVALDI (1678-1744)
Johann Sebastian BACH (1685-1750)
Georg Friedrich HAENDEL (1685-1759)


KLÂSİK ÇAĞ(Dönem) :

Biçim ve içeriği yönünden yeterliliğini ve kalıcılığını ispatlamış her eser
"klâsik" olarak adlandırılır. Ancak, önce Haydn, Mozart, Beethoven'in izlerini
bıraktığı, "Viyana Klasikleri" olarak da adlandırılan çağ ile doruğuna ulaşan 17.
ve 18. yüzyıllarda yaşanmış olan çağa "Klâsik çağ" denir. Önklâsik ve Viyana
Klâsikleri olarak incelenir. Bu çağın özelliği, barok çağın duyarlı tutumuna
basit ve sadeliğin eklenmiş olmasıdır. Çalgılar, bu dönemde çok önemli
gelişmeler kaydetmiştir. Çalgı ve ses müziği, hız kazanmış orkestra çalışmaları
ve buna ait bilgiler ortaya konmuştur.
Sahne müziğinin klâsik döneme kadar en üst düzeyde olan etkisini, daha
geniş dinleyici tabanına ulaşabilen, salt müziğin eserleri senfoniler kazanmayı
başarmıştır. Klâsik dönemde senfonik müziğin özellikle Almanya‘da yeni bir
form anlayışıyla biçimlenmesi, Senfoni orkestraları’nın kurulması, senfoninin
müzik formları içinde yerine oturmasını gerçekleştirmiştir.
Sonat, müzik formları içinde gelişmeler göstererek, üç bölümlü
yapısından, dört bölümlü yapıya geçmiştir. Yeni yapısıyla oda müziği, senfoni,
konçertoların yazılmasında temel form halinde kullanılmaya başlanmıştır.
Sonat formunun kuralları içinde özgür bir anlatış biçimi kazanan senfoni ve
konçerto önem kazanmıştır.
Klâsik çağın usta bestecileri:
Fransz Joseph HAYDN (1732-1809)
Wolfgang Amadeus MOZART (1756-1791)
Ludwig Van BEETHOVEN (1770-1827)

ROMANTİK ÇAĞ(Dönem) :

Haydn ve Mozart, klâsik çağın müzik biçimlerini belirlemişlerdir. Ancak,
bundan sonra romantik yeni besteciler ölçülü ve dolaylı olarak duygularını
yansıtmaya başladılar. 18. yüzyıl sonunda Avrupa'da her sahada görülmeye
başlayan Dinamizm müzikte de kendini göstermeye başladı.
Romantizm hareketini belirleyen besteci, Ludvig Van Beethoven'dir.
Beethoven, her iki çağdan da etkilenmiştir.
 
Bu dönemin özelliği, Beethoven zamanında orkestra genişlemiştir.
İnsanlığın kendi gücünü kendisinin çözüp, "özgürlük, eşitlik ve kardeşlik"
kavramlarını gerçekleştirmesi düşüncesi hakim olmuştur. Yurt sevgisi, gelenek
ve törelerle onur duyulmuştur.
Ezgisel yapı, melodi önem kazanarak ön plana geçmiştir. Doğal seslerin
elde edilmesine yönelinerek, çalgıların tınıları değişik anlatımlar için
kullanılmıştır. Kendilerinden önceki dönemlerin eserlerini, besteciler kendi
anlayışlarına uygun biçimde yorumlamaya çalışmışlardır.

Romantik çağın usta bestecileri:
Carl Maria Von WEBER (1786-1826)
Franz SCHUBERT ( 1797-1828)
CHOPİN, SCHUMANN, MENDELHSON, BRAHMS, BERLİOZ,
LİSZT, ÇAYKOVSKİ, WAGNER.

Ulusal Okullar :
Romantik çağda yurt sevgisinin belirgin bir özellik olması, birçok ülkede
ulusal okulların doğmasını sağladı. Bu hareket 20. yüzyıl başına kadar sürdü.
Bu okullar ve usta bestecileri ise şöyle sıralanabilir.
RUSYA : Beş besteci, "Rus beşleri" olarak adlandırılır.
Bu besteciler : BALAKİREV, BORODİN, Rimsky KORSAKOF,
 MUSORGSKİ, KVİ'dir.
Bunlar, Rus müziğinin öncüleridir.

DOĞU AVRUPA : Bedrich SMETANA, Antonin DVORJAK,
 Leos YANAÇEK, Bela BARTOK, Zoltan KODALY
 KUZEY AVRUPA: Edward GRIEG, Jan SİBELİUS.
İNGİLTERE: Edward ELGAR, Ralph Vaughan WILLIAMS.
İSPANYA, FRANSA: Isaac ALBENİZ, Manuel de FALLA.
BİRLEŞİK AMERİKA: Charles IVES, Hector Villa LOBOS.

Bu okulların en önemli ortak özelliği, hepsinin halk müziğini işlemesidir.
Ulusal okullar döneminin etkileri Balkan ülkeleri Yunanistan, Bulgaristan,
Yugoslavya, Romanya‘da da kendisini göstermiştir. Türkiye’de de Cumhuriyet
dönemiyle birlikte başlatılan müzikte çağdaşlaşma hareketini etkilemiştir.
 
İzlenimcilik akımı, sanatın diğer dallarında ve müzikte de yeni bir akım
olarak 1874 ‘ten sonra, uluslararası çağdaş sanatın ve müziğin örneklerini
hazırlayan bestecileriyle, ortaya çıkmıştır. Debussy, Ravel, Eric Satie, Ottorino
Respighi, Charles Tomlinson Griffes önemli eserler veren besteciler olarak
sayılabilir. Orkestranın küçültülmesi, tahta üflemelilerin kullanılması, tını
sadeliği, tekrarlardan kaçınılması, özetçiliği, yalınlığı, saflığı, besteciler daima
eserlerinde tercih etmişlerdir.

ÇAĞDAŞ DÖNEM (20. YÜZYIL):
20. yüzyıl ise, müziğin ritm, armoni, biçim, tını yönünden değişmesini
getirmiştir. Çağdaş sanat dönemini WAGNER açmış ve müziğe en üst ifade
gücünü vermiştir.

20. yüzyılın bilim, sanat, teknoloji, siyasal alanlarda getirdiği gelişmeler,
daha önceki dönemlerde, sanat dallarında görülmeyen anlatım biçimlerini de,
sürekli bir değişim biçiminde sanatı ve sanatçıları etkileyerek, çağın sanatının
şekillenmesini de gerçekleştirmiştir. Genel anlamda sanat dallarında görülen
anlatım biçimleri şu şekilde adlandırılmaktadır.

A- ANLATIMCILIK (Ekspresyonizm )
B- GERÇEK ÜSTÜCÜLÜK (Sürrealizm )
C- SOYUTLAMA (Yeni klasikçilik )
D- SALT SOYUTLAMA
E- RASTLAMSAL MÜZİK

Çağdaş dönem bestecilerini şu şekilde sayabiliriz.
Çağdaş müziğin önderleri arasında DEBUSSY, Arnold
SCHÖNBERG,İgor STRAVİNSKİ önemli isimlerdir. Gustav MAHLER,
Richard STRAUSS, Jan SİBELİUS, Sergei RAHMANİNOF, Sir Edward
ELGAR, Hans PFİTZNER, Max REGER, Romantik dönem ekolünü
kullanan 20. Yüzyıl bestecileridir.

 caz müziğinin etkileri de
görülmektedir. İgor STRAVİNSKİ, Bela BARTOK, Zoltan KODALY,
Manuel de FALLA, Hector Villa LOBOS, Ernst KRENEK, Gunter
SCHÜLLER, SCHÖNBERG halk müziği ile caz müziğini, çağdaş müziğin
anlatım biçimi içinde kullanma çalışmaları yapan bestecilerdir.

Türk Müzik Tarihi

Türklerin tarihleri kadar eski müzikleri vardır. Ancak, bu müzikleri ortaya
koyan araştırma çalışmaları çok yenidir. Türk Müzik Tarihini, Türk müziğinin
temelini oluşturan iki müzik türüne göre incelemek daha doğru olur. Bu iki
müzik türü;
 
a) Türk Halk Müziği
b) Türk Sanat Müziği'dir.

Ancak, bunların dışında ordu ve tekke müziği denilen temel yapısı yukarıdaki
türlerin içinde incelenebilecek müzik türleri de vardır.
TÜRK HALK MÜZİĞİ
Dede Korkut Hikayelerinden, Orhon Anıtlarından Türklerde halk
müziğinin günlük hayatın bir parçası olduğu anlaşılmaktadır. Konuları
kahramanlık, savaş ve doğa üzerine toplanmaktadır. Türkler, halk müziğini
göçlerle birlikte gittikleri yerlere götürmüşlerdir.

Türk Halk Müziğinin tarihini;

a) İslamiyet'ten önceki dönem,
b) İslamiyet'ten sonraki dönem,
c) Cumhuriyet dönemi,
olarak incelemek mümkündür.
 
a. İslâmiyet’ten Önceki Dönem

"Türk müziğinin en eski şekli, Tonguzların "Şaman" Altay Türklerinin
"Kam", Yakutların "Oyun", Kırgızların "Bahşi" ve Oğuzların "Ozan" dedikleri,
büyücü şairlerin "Kopuz"la çaldıkları büyüleyici ezgilerdir."


Halk arasında büyük önem taşıyan, büyücü şairler, dini ayinleri
yönetirlerdi. Burada yaptıkları danslar, söyleyip çaldıkları müzikler ve şiirler ile,
üzerlerine giydikleri kıyafetler ile halkı etkilerlerdi.

Dini törenlerde kullanılan müzik ve oyunlar, insan zekasının ve
toplumların gelişmesiyle birlikte din dışı dans ve oyunlara dönüşmüştür.
Eski Çin seyyahları, "Tu-kii"lerde ve "Uygur"larda askeri mızıkanın
varlığını belirtirler. TUĞ adı verilen çalgı topluluğunun (Orkestra) her gün
hükümdarın sarayı önünde müzik yaptığını ve buna Nevbet dendiğini, bu
konserlerde her gün yeni bestelenmiş bir müzik eserinin çalındığını da
belirtmektedirler. Daha sonra, Gazneliler, Selçuklular, Harzemşahlar ve
Osmanlılarda da bulunan askeri mızıka (bando), Avrupa ulusları tarafından,
taklid edilerek kullanılmaya başlanmıştır.

Vang-Yen-Te adlı Çinli seyyah, yazılarında Türklerin bugünkü gibi
gazinoların bulunduğu göl kenarlarına geziye gidip şarkılar söylediklerinden
bahsetmektedir.

Asya'dan Avrupa'ya Türklerin göçüyle birlikte, Türk müziği de Avrupa'da
etkisini göstermiştir.

4 ORANSAY, Türk Halk Müziğinin tarihi gelişimi
 
 
Kaşgarlı MAHMUT'un Divan-ı Lügat'it-Türk adlı eserinde müzikle
ilgili kelimeler bulunmaktadır. Buradan anlaşıldığına göre;
Çalgı eserlerine "Gök", ses eserlerine "Ir" veya "Yır" denirdi. Şarkıcıya
ise "Iragu" veya "Yıragu" denirdi. Müzik kelimesinin karşılığı ise "Küğ" ya da
"Küy" olarak kullanılmaktaydı. Bellibaşlı çalgılar davul, kus, yaylı-yaysız
kopuz, sıpızgu, borguy (bugünkü boru), düdükler ve Çinlilerden gelen org'lardı.

b. İslâmiyet'in Kabulünden Sonraki Dönem

Türklerin İslâmiyet’i kabulüne kadar, kavmi ve milli bir müzik özelliği
gösteren, Türk müziği içinde, İslâmiyet’in kabulünden sonra, farklı bir müzik
türü gelişmiştir.

Türkler İslâmiyet’i, 7-11 yüzyılları arasında 4 (dört ) yüzyıllık bir zaman
içinde kabul etmişlerdir. Bu arada, gelenek ve özelliklerini koruyarak batıya göç
etmişlerdir.

En son, Anadolu'da Selçuklu ve Osmanlı devletini kurmuşlar,
geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olmaları sayesinde de, Türk Halk Müziği
günümüze kadar bozulmadan korunabilmiştir.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu döneminde, "tasavvuf müziği"
doğmuştur. Türklerin İslâmiyet’i kabulü ve göçler ile birlikte halk müziğinin
konuları da aşk, oyun havaları, ticaret, sosyal ve günlük hayat, sohbetler, kına ve
düğün havaları, destanlar, öğütler olmuştur. Bu arada;

a. Aşık müziği,
b. Din ve Tekke Müziği,
c. Anonim Halk Müziği,
olarak aslında birbirine bağlı müzik türleri de gelişmiştir.

c. Cumhuriyet Dönemi

Cumhuriyet döneminde, Türk kültürünün en önemli unsurunu oluşturan
Türk Halk Müziğinin derleme ve sistemleştirme çalışmalarına başlanmıştır.
1925 yılında, her ilde, Milli Eğitim Müdürlüklerinin yardımıyla, halk müziği
derleme çalışmalarına başlanmıştır. Türk Halk Müziğinin (T.H.M.) derlenmesi
ve bugün elimizde bulunan binlerce parçanın T.H.M. repertuarına
kazandırılmasını Muzaffer SARISÖZEN 'e ve onunla birlikte çalışan derleme
ekibine borçluyuz.

Günümüzde Üniversitelerin Türk Müziği Devlet Konservatuarlarında
Türk Halk Müziği Bölümleri ve Güzel Sanatlar Fakültelerinde Müzikoloji
Bölümlerinin açılması ile Türk Halk Müziği konusunda, önemli düzeyde
araştırmalar yapılmakta, sanatçı yetiştirilmekte ve makaleler yazılmakta, eserler
seslendirilmektedir.

 
TÜRK SANAT MÜZİĞİ

Anadolu’ya yerleşen Türklerin Ortaasya'dan getirdikleri gelenekleri ile,
Anadolu eski uygarlıklarının birbirini etkilemesinden, yeni bir müzik türü
doğmuştur. Çadırdan köye, köyden şehre göçen Türkler, Anadolu'daki şehirleri
Türkleştirdiler ve yeni yaşayış tarzı kurdular. Buna uygun olarak, "Divan"
müziği denilen müzik doğdu.

Ancak, daha sonraları divan müziğinin Bizans, Arap ya da Acem müziği
olduğu, bazı kişilerce ileri sürülmüştür. Bu kişiler Kiese Wetter, Hatherley,
Farmer gibi Avrupalı'lar; Ziya Gökalp ve onun izleyicileri olan Türklerdir.

Bunların tezini, Hüseyin Saadettin AREL 1939-1940 yılları arasında yayınlanan
14 uzun makalesi ile ortadan kaldırmıştır.

 
Bu tezi savunanlar,
 
divan veya geleneksel Türk Sanat Müziğinde kullanılan terimlerin, Grekçe,
Arapça ve Farsça olmasını; Bizans kilise müziği, Arap ve Acem Müziği olarak
bilinen ve Avrupalılarca incelenmiş müziklerin, geleneksel Türk Sanat Müziğine
büyük benzerlik göstermesini, aralarında ortak eserler bulunmasını; Türklerin
üst düzeyde sanat eseri meydana getirebilecek yetenekte olmadıklarını öne
sürmüşlerdir. Bugün, artık Avrupa'nın geçmişten günümüze kadar bilim-teknik
dili olarak, Grekçe ve Latince kullandığını biliyoruz. Arap ülkelerinin ve Bizans
kilisesinin, XX. Yüzyıl başına kadar, Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası
olduğunu hatırladığımız zaman ise, bu iddianın yanlışlığını anlamak çok
kolaydır.
 
Orta Asya'dan beri Türk Halk Müziği yapısını korumuştur. Ancak, III.
Selim döneminde geleneksel Türk Sanat Müziği klasik bir yapı içinde, Türk
Halk Müziğinin yapısından farklılık göstermeye başlamıştır.
Türk müzik tarihini inceleyen müzikologların, Geleneksel Türk Sanat
Müziği için müşterek verdikleri bir kronolojik sıra yoktur. Ancak, bazıları
aşağıdaki sıralamayı yapmaktadırlar.

1- Hazırlık ve Oluşma Dönemi:
 Başlangıcından, Merâgalı ABDÜLKADİR'e (1360-1435) kadar uzanır.
 2- Klâsik Öncesi Dönem :
 Merâgalı ABDÜLKADİR'den, ITRÎ'ye (1640-1712) kadar olan dönem.
 3- Klâsik Dönem :
 Itrî'den, DEDE EFENDİ'ye (1778-1846) kadar olan dönem.
 4- Neoklâsik Dönem :
 Dede Efendi'den, HACI ARİF BEY'e (1831-1884) kadar olan dönem.
 5- Romantik Dönem:
 
ORANSAY, Musiki Tarihi, S: 149




Yorumlar - Yorum Yaz