• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

İyotkokusu.com

Hoş geldiniz!

Edebiyat Köşesi
Saat
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.477332.6074
Euro34.596434.7351
Site Haritası

İKRA; OKU! VE GELECEĞİNİ TEFSİR ET!

www.iyotkokusu.com/edebiyat    

























                     

                       


                                                                         İKRA; OKU ! VE GELECEĞİNİ TEFSİR ET !

 

  İkra kelimesi;  tüm Arap, Sami ve İbrani kökenli dillerde ortak kullanılan ve yakın anlamlar içeren ve de  Arapça ka-ra-e kökünden gelen, aynı zamanda   birden fazla anlamı da içeren  kelimeymiş. Nedir bu kelime ve fiil kökü, yapısı hep beraber bir bakalım;

 Ka-ra-e kökünün bilinen ve benim yaptığım araştırmalara göre de üç tane anlamı olduğunu gördüm, bunlar sırasıyla; 1-doğurmak, gizli olanı açığa çıkarmak, yüklendiğini vermek (deve veya ineğin doğurması) 2-toplamak, biriktirmek, bir araya getirmek, hatırlamak muhafaza etmek 3-okumak, davet etmek, çağırmak…

 Bu kelimenin köküne ve ne anlama geldiğine baktıktan sonra Allah’ın ilk emir olarak, neden bu fiil kökünü seçtiğini hem de  insanları böyle bir eylemi yapmaya niye sevkettiğini daha iyi anlayabiliriz sanırım. Ayrıca açıklamak gerekirse, hem ‘’ikra’’ nın ilk ilahi emir olması hem de ''Alak'' suresi içinde geçmesidir ki; bu sure, bildiğim kadarı ile  anlam  ve hikaye olarak, insanın daha embriyo safhasında iken ana rahmine tutunmasını ve gelişimini konu eder yani anlatır. Bir de  bu surenin içinde kalem kelimesinin  geçmesi ve de tüm bu içerdiği konulardan, 1400 yıl evvel bahsedilmesi ki;  olsa olsa akıl sahipleri için sıkı bir tefekkür sebebi olsa gerek diye düşünüyorum...

 Bu ilahi emir bizlere gösteriyor ki; insanlığın ve dahi medeniyetlerin vazgeçilmez bir hayat prensibi olarak okumayı, aydınlanmayı seçmeleri lazım gelmektedir... Çünkü dinin ve Allah’ın asıl muhatabı akıl sahibi insanlardır. Dolayısıyla aklın gıdası bilgi, bilginin anahtarı ise okumaktır! Bu bakımdan ‘’İkra’’ emri hayatımız için en önemli unsur olmalıdır. Çünkü okuyan insan dünyaya neden geldiğinin farkına varır. Okumak insanın ufkunu, vizyonunu genişletir. Tefekkür etmeyi kolaylaştırır ve mana alemine kolaylıkla geçiş yapabilmeyi sağlar. Bunun neticesinde de bizim yani insanlar için ebedi yurt diye adlandırılan ahiret hayatına  hazırlık ihtiyacını düşünür!

 İşte bu yüzden yeryüzündeki gelmiş geçmiş eylemlerin içinde en farklı olanı, farkındalık yaratanı, korkulanı ve de en çok ses getireni ‘’okumak’’ eylemidir. Peki bu neden böyledir biliyor musunuz? Çünkü; bu fiil Arapça kökenli bir kelimedir ve zamanında Atatürk, bizim yani Türk halkının,  Kur’an-ı Kerim’i daha iyi anlayabilmemiz için öz dili olan Arapça'dan, ana dilimize tefsir ettirdikten sonra, bizde yani Türkçe olarak dimağlarımızda işi bilenler tarafından hep devrimci, aydınlanmacı, sorgulayan, araştıran, ilim ve bilime önem veren, yeniliklere açık olma, farkında olma, anlatma ve yazma, yazılı olandan da yazandan da korkmama, Tarihine geçmişine sahip çıkma, sevmek ve saygılı olmak, sabır ve hoşgörülülük ve de  eğitimli olma (güdülmek değil eğitilmek ve öğretilmeye açık olma durumu) vs vs gibi saymakla bitmeyecek fiili, edimi, insani  özelliği akla getirir ve çağrıştırır. İşte onun içindir ki; aydınlanma karşıtı, merdiven altı kaba softa ham yobaz cinsi eğitim cellatları tarafından çok korkulur bu eylemden…

 Tabi bu söz bazen çağrıştırmakla kalmaz direkt çağırır insanı yani muhatabını ait olduğu yere; bu yer neresi mi? Bazen okuyanın hayalinde kurduğu bir dünya olabilir bu bazen de hakkını aramak için meydanlarda kalabalıkların içindeki yerine, hatta bazen de daktilo veya kağıt kalemin başına oturup okuduğunu anlatmaya, yazıya dökmeye bazen de kendisinden daha güçlü yasal makine ve araçların önünde durmaya, karşısına dikilmeye, hatta daha da ötesi o gücün tapınılan timsalini (bunlar taştan, ağaçtan hamur ve şekerden de yapılmış olabilirler) devirmeye yerle bir etmeye hatta yemeye bile vs vs gibi daha büyük eylemleri yapmaya ve hatta uygulamaya çağırır! Bunun en somut örneği; Oku! Emrini aldıktan sonra Peygamber efendimiz Hz. Muhammedin yaptıklarıdır…

 Çünkü; tüm bu insana has edimleri ve fiilleri bizi yapmaya çağıran; yeryüzünde adaletli bir yaşam sürebilmemiz, adil paylaşımı sağlamamız, Ahlaklı davranmamız, sevgi ve saygıyı korumamız; bunu yaparken de bir yandan Arı’nın ayağındaki tozdan, Karınca’nın ağzındaki kırıntıya kadar ince eleyip sık dokumamız gerektiğini hatırlamamız hem de bunun insandaki karşılığı olan, yetim hakkı ve kul hakkına tecavüzü önlememiz için ‘’ İkra’’ Oku! İlk emri ile Allah’tır. Ezeli ve ebedi yüce yaratıcıdır.

 Peki aydınlanma ve okuyup sorgulama, ilim ve bilim yanlısı, Atatürkçü, ilerici, çağdaşlık çığırtkanı arkadaş, sen bu emri bilmene rağmen ne yaptın ya da ne yapıyorsun? Kendine hiç soruyor musun? Bence timsah gözyaşı dökmekten başka çok da bir şey yapılmıyor. Çünkü yapılıyor olsaydı ülke, özellikle din konusunda, tamamıyla böyle başı boş kalmaz. Hurafi nutuk atıcılarla, ahkam kesenlerle dolup taşmazdı.

Bilgisayar oyun salonları yerine, boş hayal kahvehaneleri yerine, kitap okumayı teşvik edecek okuma salonları açılsaydı ya da içi doldurulamayan çok sayıda okul binası, dev kapalı çarşılar yerine uygun fiyatlı sinema ve tiyatro salonları, kütüphaneler açılsaydı nasıl olurdu biliyor musunuz? Hayal bile edemezsiniz. İşte o zaman bu hem ülke hem de tüm dünya sahnesinde oynanan ve yazılıp yönetilen, bu sahte din içerikli, doktrinli tiyatrolar ve de  tiyatrocular hiç  olmayacaktı! Dolayısıyla da gençler ve samimi dindarlar;  Allah’ı inkar etmiyor gözüküp te, din maskeli Allah düşmanlığı yapan  bu şirk erbablarını (şüreka), hepsi birer şirk cambazı olan bu beşer rab'leri çok iyi tanıyor olabileceklerdi…

  Öncelikle tüm bu cehalet artıyor çığırtkanlığı yapan, okumuş ve çağdaşlık maskesi takmış olan tüm iş adamları, politikacılar ve zenginler (medya baronları),  entellektül geçinen sanatçılar, gazeteciler dahil?    Sonrasında da öğretmenler sorumludur bu içine düştüğümüz tezat durumdan çünkü herkes üzerine düşeni birazcık cesaret göstererek yapsaydı, genç beyinlerin içleri bu başı bozuk ve paslı borazanlardan çıkan ses ve sözde bilgi kirliliği ile dolmayacaktı! Vergi sıralamasında en üst sıralarda olmakla övünen zengin bir iş adamı ne mi yapabilir? Hemen söyleyeyim; Eğitim adına çok pahalı araba koleksiyonundan bir süreliğine feragat edebilir? Ya da karısına, sevgilisine hava atmak için milyonlar değerinde (ÖTV ve de KDV’siz) hediye almaz da birkaç karanfil alıverir? Ne yani bizimkiler kadın da onların ki nasıl boncuklu bir varlık? İş insanın vicdanında bitiyor aslında…

Ya sanatçılar; Onlarında çoğu fazlaca bir şey yapmıyor. Tv’ler de bol renkli reklamlar, abuk subuk dizi denilen programlarda gelin kaynana kavgası, entrika, ihtiras ve de ihanet, çatırayan silahlar, bol kepçe sıkılan mermiler, kitap hiç yok, okuyor gibi yapan da yok, tencere dibin kara seninki benden kara, kültür tanıtıyoruz diyerek gezelim, görelim hem de acıkınca yiyelim mantığı ile  kakara kikiri kendilerini rezil edeceklerine, en önemlisi milleti bu renkli aptal kutusunun  başında uyutma operasyonuna ortak olacaklarına, absürd bile sayılmayacak karakterlerle komedi sınıfına soktukları ve türk gençliğine sanki (bir kısmına) idolünüz olabilir cinsinden dayattıkları, bunu hemde bir iki değil dört beş seri film halinde çekerek dayatatacaklarına, ve birde bunlara milyonlarca lira harcayacaklarına,  varsıllığımız yeter deyip, birazda eğitici dizi, film yapımları, belgeseller, senaryolar için genç idealist yazar, yönetmen adaylarını destekleseler. Hatta bunları da  ''O ses kimin'' yarışmalarında ki gibi arayıp bulsalar, keşfetseler o engin deneyimleriyle iyi olmaz mı? Olur hem de bal gibi olur ama kolay para varken bunu yapacak cesaret ve de yürek nerde O yürek!

   Evet öğretmen kardeşim,  dostum, arkadaşım; senin de sistem böyle, müfredat şöyle, hem  ben ne yapabilirim ki ? Diye sorduğunu duyar gibiyim. Eğer hala düşünüp bulamadıysan sana da hemen söyleyeyim; Okulunun haricinde boş zamanlarında ne yapıyorsun? Mesela; Özel ders veriyorsan ki, çoğunuz ekonomik sebeplerden dolayı veriyorsunuz. Çünkü bunu gözlemlerimden biliyorum. Cevap bunun içinde zaten, kaçınız parasız olarak ortak bir oluşumla ders verip, kitap okumayı teşvik edecek, okuma ve proje salonu gibi yerlere veya idealist edebiyat meraklılarına destek verip çabaladınız.

Benim karşılaştığım birkaç öğretmen bu fikrimi söylediğimde hemen ders başına ne ücret alacağını sordu? Olmaz işte kardeşim, öğretmenliğe soyunduysan eğer bir kere, o köy enstitüleri zamanında ki öğretmenlik, eğitmenlik ideolojisine sahip olacaksın! Eğitimde bir zamanlar ‘’TÖS’’ vardı? Milli Öğretmen Federasyonu’’ var dı?  Şimdilerde türeyen ve öğretmenler arasında birleşmeyi önleme amaçlı, sözüm ona içinde eğitim kelimesi geçen en az 4-5 tane ‘’SEN’’ (sendika nın kısaltması) kurumu var! Kurum diyorum çünkü buraları kuranlar içindeki, eğitim kısmıyla değil de ‘’SEN’’ le ilgileniyorlar da onun için öyle diyorum kardeşim hem bana kızma. Çünkü bunu sen de benim kadar iyi biliyorsun?..

İşte içinizden bir İsmail Hakkı Tonguç, bir Mustafa Necati, bir Fakir Baykurt, bir Kemal Tahir, bir Pakize Türkoğlu vb gibi idealist öğretmenler çıkaramazsanız hem bu trajedi oynanmaya devam eder hem de siz daha çok timsah gözyaşı dökersiniz? Daha söyleyeyim mi öğretmenim? Mesela; Birlik dergisi gibi, Öğretmenler Gazetesi gibi yayınlar nerede? Neden çıkmıyor? Yoksa İl İl, İlçe İlçe, Köy Köy dolaşmak mı gözünüzü yıldırıyor? Hem bu işe, yani eğitim işine soyunan sensin kardeşim ben değilim. Ceremesine de  katlanacaksın!..

   Kaçınız, okulunuzda bulunan kütüphaneyle ilgileniyorsunuz ya da tiyatro, okul gazetesi gibi etkinlikler için uğraşıyorsunuz? Eskiden küçük ödüllü kompozisyon ya da şiir yarışmaları filan yapılırdı. Ne o yoksa onlarda mı yasaklandı? Örnek istersen; önce kitap almak gibi madden küçük, manen büyük bir ödüle alıştıracaksın öğrenciyi ya da kitap okuma cezası gibi yine manen büyük bir cezayla tanıştıracaksın öğrenciyi? Öyle ağız burun kırmakla,kulak yırtmayla öğretmenlik olmuyor! Sen ayıklayacaksın içindeki çürük elmaları ben değil. Esas küçük gibi görünen bu etkinlikler, teşvikler önemlidir. Gerekirse cebinden ayda fazla değil beş-on lira bilemedin yirmi lira vererek, her ay bir kitap bile alıp koyabilirsin o kütüphaneye, hem her şeyi öğrenciden veya devletten beklemeyeceksin. Bunun gibi küçük şeyler için devleti meşgul edersen, yarın daha büyük hak istekleri için alacak kredin olmaz?

  Kermes düzenleyip, çaylı ve de kekli, börekli  veli tanışma toplantıları adı altında, dilencilik yapmak ağırımıza gidiyor arkadaş diyebileceksin. Ya da kendin bir öğretmen olarak, ayda kaç kitap okuyorsun? Benim tanıdığım ve zamanı da bana göre biraz daha fazla olan bir öğretmenin, verdiğim kitabı ağır geldi ve fazla felsefi diyerek, okumadığını ve o kitabın aylarca evinde süründüğünü de biliyorum ben, şimdi soruyorum, sen misin öğretmen yoksa ben miyim? Okuma noktasında mazeret gösteremezsin öğretmenim! Bana ister darıl ister kız. Ben doğru bildiğimi söylerim kardeşim. Sen de varsa eğer, çıkıp bir veli olarak benim eksiklerimi söylersin.

Ben en az ayda bir tane kitap okuyorum ve tavsiye ediyorum, bir şeyler karalıyorum yani üzerime düşeni kendimce yapıyorum. Hem sen, senenin nerdeyse sekiz ayı, haftada en az dört saat vakit geçirdiğin öğrencilerden kaçına, hitap olarak hey sen!  Yerine ismiyle hitap ediyorsun? Dört, beş ya da bilemedin altı tanesine ismiyle sesleniyorsundur. Neden? Çünkü onlar çalışkandır ve seni hiç yormazlar, öyle değil mi? Çünkü diğerlerine baktığında, ayıbınla yüzleşirsin ve işine gelmez. Sen önce bu ayıbını düzelt ondan sonra beni okula çağırıp, üstüne birde ilgisizlikle suçlayıp, rezil et! Oku, öğretmen kardeşim önce sen oku ve tavsiye et ki; Öğrencin okusun, ardından toplum okusun! Belki o zaman düzelir, kim bilir? Bunları söylemeye nerden cesaret aldığımı da belirteyim ki, amacımı aşmış olmayayım; 

 ''Öğretmenler her fırsattan yararlanarak halka koşmalı, halk ile beraber olmalı ve halk, öğretmenin çocuğa yalnız alfabe okutan bir varlıktan ibaret olmayacağını anlamalıdır.'' ( 1927 )  Gazi K.ATATÜRK

 Yani güzel insan, özellikle de genç kardeşim, çok yakın zamanlarda ülkemizde yaşadığımız talihsiz trajedinin figüranları, şartlandırılmış ve uzun vadeli diyetle ipotek edilmiş hatta sözüm ona akademik eğitimli körelmiş beyin sahibi canlılardı. Öyle ki; bu canlılar bir müddet sonra bağımlı hale gelip, bu merdiven altı sahte şifacı (aracı) ların pis salyalarıyla kutsanmadan? El ve ayak yıkadıkları sözde şifalı sularından içmeden?  Ahlaksız ellerden verilen, o necis muzları yemeden? Adım bile atamaz olmuşlardı. Allah’ın öldürmeyeceksin emrine rağmen, din ve Allah adına deyip ölüm tarlalarında, din kardeşlerine karşı, iman biçmeye yollanmışlardı. Hem de yaptıkları hasat kendi gelecekleri olmasına rağmen yapmışlardı bunu! Şimdi sorarım size, Allah’ın önünde buna bir mazeret uydurabilir misiniz? Okudum ve anladım diyebilir misiniz? Tabi ki diyemeyeceksiniz…

 İşte ,bizim anlatmaya çalıştığımız eğitime dair ve eğitim cellatlarına rağmen yapılması istenen  ‘’okumak’’ eylemi; bu yukarda anlatılanlar gibi sahte, ipotekli ve yanlış ebedi şartlandırıcılarla  karanlıkta yapılan değil, aksine gerçek ve serbest olarak sorgulama yaptıran, araştırmaya sevkeden, doğru ilmi, fenni ve edebi yönlendiricilerle , aydınlıkta yapılan ‘’okumak’’ tır!

Yani senden istenen, genç dimağ sahibi kardeşim; Oku, oyunu boz ve geleceğini kendin tefsir et!
 

 

Naçizane… Bilgi’nin anahtarına hep birlikte ulaşabilmek dileklerimle…

 

Sürç-i lisan ettiysek af ola efendim…

 

Murat TEKİNEŞ

23/03/2018




Yorumlar - Yorum Yaz